akış yönümüzü filan belirleyemiyoruz gibi. her şey yer çekiminin etkisinde harcanan zamandan ibaret. bileşenlerimiz bile kendi kontrolümüzde değil. kaçak maddeler var sürekli araya giren, kıyıda köşede tepkimeler oluşturan. buna engel olmak için katı olmak lazım sanırım. ya da en fazla cam kadar akışkan.
ruhlarımız kaynaşıyor yahu sürekli. çok sinir bozucu bir durum değil mi? yanaktan, dudaktan, ellerden filan bir şekilde çıkıp özgürlüğünü ele alıyor, iç içe geçiyor diğerleriyle, tepkimeler doğuruyor, şimşekler çaktırıyor ama istisnasız her özgürlük girişimi beraberinde bir esareti getiriyor. o esaretin içine beyni tıkıyor, mantığı mahkum ediyor ama kendi bir şekilde kaçıyor aradan. akışkanlığını kullanıyor.
gerçi şu var, ruhunu mahkum etmek isteyen insanın dengesinden de şüphe duymak lazım. çünkü ruhunu mahkum ettiğinde şalter kapanır, perde iner, oyun biter. bir ölüyle aradaki tek fark yaşamsal bulgulara sahip olmaktır sanki.
ölüm dedik te... orada bir durup soluklanmam lazım sanırım.