20 Ağustos 2010 Cuma

sonra bir daha gördün mü abi o kızı?

-elifin vardı senin ne oldu o?

-elifim... elif... hiç bir zaman elifim olmadı o, hep elif kaldı. onu uzaktan seyre daldığımda zamanı unuturdum, nerede olduğumu unuturdum. öyle kuvvetli bir şeydi ki bu, güneş bile manasız geliyordu o an. bir gün kendimi kaybetmişim, kafada kıyak, tutmuş çekmişim kolundan, sana aşığım demişim yüzüne, o pis, pasaklı halime aldırmadan. kolunu kurtarmış koşmuş gitmiş. ayılınca anlattılar, tiksinir gibi bakmış bana. aylar sonra bir gün, ayık olduğum bir gün, ilk defa cesaretimi topladım karşısına çıktım, bakar mısın dedim. baktı. ben bakamadım. o saçları, o gözleri ilk kez o kadar yakından görüyordum, unutamadım. limoni bir kokusu vardı, burnumu sızlattı. tam kelimeler dökülecek ağzımdan, çekil önümden dedi, çarptı omzuma gitti. hatırlayamadığım kadar sonra gelin oldu gitti zaten.

-sonra bir daha gördün mü abi o kızı?

-gördüm tabi. her gün gördüm. şarabın dibini bulduğum her gün, onu gördüm rüyalarımda, o saçlarını o gözlerini gördüm, hergün onun kokusuyla uyandım. bahçedeki limon ağacını kestim bir gün belki gider o koku diye. nafile.

17 Ağustos 2010 Salı

unutma

şehirler yıkılır, içindeki hayatlar yıkılır, ama bir hayatın evrene bıraktığı iz silinmez. olaylar iç karartıcıdır belki, belki sahtedir, belki yıkar insanı. bazen hayal ettiğimize kaptırırız kendimizi, bazen yaşadıklarımız hayallerimize bile sığmaz, ama yinede yaşamaktayızdır sevdiklerimizle hayata çizikler atarcasına.

bundan on bir yıl evvel, paramparça oldu hayatlar çiziklerden. yıkılan ne şehirdi, ne hayatlardı. yıkılan insanlar oldu her zamanki gibi. doğanın karşısındaki acizlik şahlandı ve yıktı insanı.

evrene bırakılan izlerin unutulmaması adına dolduruyorum kadehimi...