14 Ağustos 2011 Pazar

şeşş.. baksan ya bi!

blogun adı şarap mantarı, adresi yalnızmantar gibi saçma bir şeyler. ha birde elimden geldiğince küçük harflerle yazdım ben bugüne kadar. arada elimden kaçan olduysa bilemiyorum. o tip bir artisliklere girdim anlayacağınız.

anlamasanız da çok da sikimde.

ne diyecem bak bi!

deli gibi yazmak istedim ben bu blogu açtığımda, az buçuk da yazdım hani. buraya yazdığım kısım ufak sayılır aslında. kağıda yazdım bir kısmını, yırttım attım sonra girdiğim triplerden iğrenerek.

son koymak lazım diye yazıyorum bu yazıyıda. öylesine yani, kıçımın kenarıyla.

bu blog bitmiştir anlayacağınız üzre, başka bir şeylerin hazırlığı içerisindeyim ama önce bir kadın lazım bana. onu bi bulayım gelecem.

31 Aralık 2010 Cuma



önce izle

hayattan tüm beklentilerimizi karşılamasının beklenmeyeceğini kavrayabilecek yaştayım.
hatta oturdum üşenmedim kavradım.
umutlarımı, hayallerimi hep bu çerçevede kısıtladım.

ne diyordu rina da hüzünlü gösteren ama hüzünlü olmayan şarapçı amcamız;
büyük adam olamadıysak, hayallerimizi de satmadık ya!
inanmadım.

kendi kendimi kontrol etmeye başladığımdan beri çılgın bir adam olmadım ben
yapamadım
ama denedim
en azından denedim onu biliyorum.

her şeye rağmen
2009'un ağlatmasına
2010'un zamanımı çalmasına
her şeye rağmen
2011'de
ulaşırız belki be
cennete
he?

16 Aralık 2010 Perşembe

ruh akışkandır

farklı yoğunlukta akışkanlarız sanki. içeriğimiz, bileşenlerimiz bambaşka. buna rağmen aynı ortamda yaşamak için aynı havayı soluyabilen yaratıklarız.
akış yönümüzü filan belirleyemiyoruz gibi. her şey yer çekiminin etkisinde harcanan zamandan ibaret. bileşenlerimiz bile kendi kontrolümüzde değil. kaçak maddeler var sürekli araya giren, kıyıda köşede tepkimeler oluşturan. buna engel olmak için katı olmak lazım sanırım. ya da en fazla cam kadar akışkan.

ruhlarımız kaynaşıyor yahu sürekli. çok sinir bozucu bir durum değil mi? yanaktan, dudaktan, ellerden filan bir şekilde çıkıp özgürlüğünü ele alıyor, iç içe geçiyor diğerleriyle, tepkimeler doğuruyor, şimşekler çaktırıyor ama istisnasız her özgürlük girişimi beraberinde bir esareti getiriyor. o esaretin içine beyni tıkıyor, mantığı mahkum ediyor ama kendi bir şekilde kaçıyor aradan. akışkanlığını kullanıyor.

gerçi şu var, ruhunu mahkum etmek isteyen insanın dengesinden de şüphe duymak lazım. çünkü ruhunu mahkum ettiğinde şalter kapanır, perde iner, oyun biter. bir ölüyle aradaki tek fark yaşamsal bulgulara sahip olmaktır sanki.

ölüm dedik te... orada bir durup soluklanmam lazım sanırım.

12 Aralık 2010 Pazar

Zaman makinesini bulan puşt!

duy beni!

ya icat ettin ya da etmek üzeresin bilemiyorum. ancak onu icat edip zevkini aldığında bir tur vereceksin lan onu! bir kere gelecekte olduğuna göre mantıken benden çok gençsin, yaşlıya hürmet edeceksin. parası neyse vereceğim, beleşçi değiliz.

ömrümden bir sene çalıp hayatımı etkileyen puştun, 4.5 sene evvelki benin yanına gideceğim. ağzını burnunu kıracağım geri-zekalı ergenin. seçim şansı bırakmayacağım puşta. "ammann nolcek ya" diyen beynini yedireceğim ona. hayko stili, götünden kusturacağım iti!

8 Aralık 2010 Çarşamba

başlık bile yok

anlatmak istediğim çok şey var bugün, şu an, şu dakika. ama ne kimseyle konuşma isteği var içimde ne de anlatmak istediklerimi cümleler haline getirebilecek kudret. yine de bir şeyler yazmak istiyor bu deli gönül.

dürüst olmak istedim ben hep. hani böyle takır takır söylemek istedim, aslında söylemek istediklerimi ancak kırılırlar, üzülürler diye korktum hep.

yalancıyım demiştim değil mi?

kadın pohpohlamayı çok seviyorum. hatta genel olarak pohpohlamayı çok seviyorum. yan etkileri oluyor tabi. insanın sadece inanmak istediklerine inanması sebebiyle, pohpohlarıma kaptırıyorlar kendilerini. kimisi beni siklemez oluyor sen kimsin ruhunu bürünerek. çok ta fifi tabi. eskiden kafama takıyordum bu durumu ama şimdi.. ammaaaannnn.....

her şeye rağmen bir insanın moralini düzeltebilmek, hafiften kendine güvenin gelmesini sağlayabilmek ve bu gelişimi kendi gözlerimle görmek mükemmel bir şey. bazen canavar yarattığımda oluyor, o kadar fire olacak ama :)

bak mesela topu topu iki paragrafta kendi kendimin götünü kaldırdım. ilk paragraftaki ruh halini sikip attım. ne oldu? şimdi gülüyorum bu yazıyı yazarken. öyle de değişken bir insanım işte.


bu arada;

bir melek kondu mantarın ucuna geçtiğimiz zaman diliminden birinde. hoşgeldin diyeceğim ama hak etmesi lazım önce. şimdilik;

"sabah güneşinin ilk sıcaklığı gibi ruhun
kybiss"

5 Aralık 2010 Pazar

olmuşları siktir ettim

olacaklarında ta amına koyayım öncelikle.

henüz iki saattir kendimi düşünüyorum. iki saat lan. bir insan iki saatte kendinden ne kadar soğuyabilir. canlı tavuklardan direk kıyma çıkaran makineler var ya, onların içine bodoslama giresim var.

güçlüyümdür aslında, hemen pes ederim çoğu zaman ama yıkılmıyorum genelde. ya da yıkılacak kadar büyük dalgalar arasında kalmadım henüz bilemiyorum.

yaşlı değilim, gencecik delikanlı diyor sokaktaki teyzeler. kanım laminer akıyor halbuki. reynold sayım 2000 görmedi şu güne kadar ki türbülanslı olayım, türbülansım içinde boğayım milleti. yok. sakin, huzurlu hep.

sıkmışım artık. ben de sıkıldım zaten.

olacaklara sesleniyorum... olmuşların intikamını almaya geliyorum.

28 Kasım 2010 Pazar

sınırsız gerçekliğin sarsılmaz öz'ü

yaşamın samimi olmayan, soğuk yüzüyle karşılaşmak; içimdeki, dünyayı yerle bir edebilecek kudretteki uyandırmasın artık…

güne mutlu başlayıp kurulan ümitlerim daha inşa aşamasındayken -o güne dair-, bana sorulmadan edilmeden yerle bir ediliyor. bu savunmasızlıkta sırça düşlerimin pervasızca tecavüze uğrayıp öldürülmesine alışmalı mıyım yoksa, cır cır böceğinin yumurtalarını çıkarabilmesi için gösterdiği çaba ve bunun sonucundaki ölümüyle beraber yavrularının doğumu olayının, yazın sıcağına kapılıp şarkı söylediğinin sanılması gibi bir enstantane misali hiçbir zaman sahibi olmayacağım madalyonlara gebe iki yüz’ler mi çizmeliyim…?

doğamayan umutlarıma taşıyıcı mezarlık yapmanın bir sonu var mıdır…?

her gece rüyalarımda gördüğüm adrenalinle kaplı bilim-kurguların yoğunluğuna kaç bünye şahit olabilir…?

velev ki; ben, ben olmaya karar verdiğim o mühim her günün her dakikası sonrasında hiç beklemediğim bir cepheden atılan bir sis bombasıyla birlikte şahsa münasır maruz kaldığım bu saldırının ‘yararıma’ olduğunu, kim, daha, ne kadar savunabilecek…..?